Sancı

Yazmaya başlamam kolay olmadı, olmuyor. Böyle açığa, açıklıklara yazmak benim için yeni bir şey. Belli ki düşünmeye eşlik edecek bir yazma olacak benimki. Zorlayan da bu. Yılbaşından beri yeni bir zorluk, yeni yüzleşmeler, yeni bir sancı.

Birkaç gündür hiç düşünmediğim kadar düşünüyorum. Ve hiç olmadığı kadar kopuk, dağınık. Bu da beni zorluyor, çünkü bu şekilde 'düşünmeye çalışmak' yaşamımda olan bir şey değildi. Evet, hem gündelik insan tarafım, hem akademisyen tarafım, hem de aktivist veya ekolojist tarafım (artık ne dersek) düşünerek yaşıyor ve üretiyor. Ama o düşünmeler bir iş gibi değil; geldiği zaman geliyor, olduğu zaman oluyor. İstemli ve çabalı bir değil. Başkalarıyla konuşmaya değil, öğrenmeye, kendimle konuşmaya, bazen de belirli bir çerçevede zaten ilgili olan kişilerle paylaşmaya yönelik. Bir makale yazmaya, ders anlatmaya, sunum yapmaya, somut işlere veya örgütlenmelere yönelik düşünmeler.

Şimdi sanki ilk kez sadece 'söylemek' için düşünüyorum; söylemenin de bir eylem olduğunu unutmadan. Bunun için de zorlanıyorum, huzursuzum. Zihnimi toparlamaya çalışmak, içsel konuşma provaları... Bazen elime bir kitap alıyorum, bazen de internet başında makaleler, ansiklopediler, gazeteler, belgeseller, sosyal medya paylaşımları... Hiçbirine tam odaklanamadığımı düşünmek de canımı sıkıyor. Son üç gündür Kant'ın ahlak metafiziği mi, Spinoza'nın karşılaşmaları mı, Frankfurt okulu eleştiri geleneği mi, estetik kuramları mı, Heidegger'in teknoloji öngörüleri mi, Deleuze'ün direniş çağrıları mı...

Yaşam koşullarım uzun uzun odaklanmaya pek imkan vermiyor. Tabi ki geçim, ev işleri, ihtiyaçlar için çalışmaya devam ediyorum. Derslerimle ilgili işler ve toplumsal çalışmalara katkılarım da devam ediyor. Hayatın beklendik, beklenmedik iniş çıkışları, başlangıç ve bitişleri de... Birkaç gün önce bir kedimiz öldü, yasımız devam ediyor.

Yazma süreciyle birlikte ister istemez çevremde ve dünyada olup bitene de daha duyarlıyım. ODTÜ'nün dertleri. İstanbul'da, iş arayıp bulamamış, cebinden yemek parası çıkmamış bir üniversite öğrencisinin intiharı. Yangın yerine dönmüş bir kıta, kavrularak can veren hayvanlar. Sömürücü iktidarları için savaşları sürdüren, yenilerini planlayan güç odakları. Her ölçekle büyüyen ekonomik kriz, çözülmeye devam eden toplumsal bağlar.

Derin sorunlar var dünyamızda. Bildiğimiz dünya yıkıma gidiyor. Birçok kişi bir şeyler yapmak istiyor veya yapıyor. Ben de elimden geleni yapmak istiyorum, güzel yaşamak ve yaşatmak için, birlikte güzel yaşamak için. Yazma isteğim en çok bundan.

Çokça Batı felsefesiyle ilgili, bir anlamda onun devamı olarak yazacağım. Oysa bilen bilir, düşünsel yönden çok da batılı sayılmam. Bazen Batı felsefesinin (Antik Yunan'dan başlayıp neredeyse günümüze kadar) yanılgılar üzerine kurulduğunu ve derinliksiz olduğunu düşünürüm. Modern bilimin birçok varsayımına kuşku ile yaklaşırım. (Batı felsefesi diyerek genelleme yapıyorum ama ama aslında derdim, binlerce yıldır dünyanın farklı yerlerinde kontrol ve tahakküm araçları olarak ortaya çıkmış olan yaşam düşmanı düşünme ve davranma biçimleri.) Düşüncelerle özdeşleşmekten geri durmayı, her tür deneyimle mesafelenmeyi içeren kadim yaklaşımları severim ve yapabildiğimce uygularım.

O halde neden Batı felsefesine, bilimine ve zihinsel koşullanmalara kafa yoruyorum? Ve neden istemli bir şekilde düşünmeyi ve konuşmayı seçiyorum? Çünkü zihinsel tutumların, düşüncelerin, arzuların, korkuların; daha da özelde dilin ve söylemin ne kadar güçlü olduğunu görüyorum. Bugün gezegen ölçeğinde yaşadığımız sorunların kökeninde belirli düşünce alışkanlıkları olduğunu görüyorum. Açığa, açıklıklara yazmaktaki niyetim en çok bunları konuşmak. Bu zihinsel yapıların içimde ve dışımda değişmesine, dönüşmesine katkı vermek.

Bu yolda çokça olumsuzlamaya yöneleceğim. Bunun için batının eleştiri geleneğinden de yararlanacağım. Bu geleneğin eksilmeye, azalmaya yönelen kadim geleneklerle derin uyumunu da gözeterek. Ama aynı zamanda olumlamaya da cüret edeceğim. Özgürlükçü güdülerle kurucu ve olumlayıcı düşünceyi mahkum eden yakın dönem düşüncesine de meydan okuyarak.

Felsefe geleneğinden gelmemiş, genel olarak da az okuyan, sanata da çok yakın olmayan bir insan olarak bunları nasıl yapacağımı merak ediyorum. (Az okumuş olmam bir gerçek. Köylü yaşamımda iyice böyleydi ama öncesinde de; mesela edebiyat klasiklerinin ancak üç-beşini okumuşumdur.). 50 yaşıma yaklaştım ve oldukça meşgul bir hayatım var. Yaşamımın sonuna kadar muhtemelen Antik Yunan felsefesini bile hakkıyla okuyacak zamanım olmayacak, veya zamanımı buna ayırmak istemeyeceğim.

Başka bir taraftan başlayacağım. Dili, dilsel anlamı, söylemi ve zihni anlamak için epey kafa yordum. Salt bir anlambilim çalışması olarak başlayan, cümlelerin zaman ve kip yapılarına odaklanan çalışmalarım beni geleneksel olarak 'metafizik' olarak adlandırılan alana getirdi. 14 yıl kadar önce Kant'ın "Saf Aklın Eleştirisi"ni derin bir şekilde okumuş olmam da bir neden olmalı. Bilişsel bilim alanında yaptığım okumalar ve verdiğim dersler de var tabi. Dili, eylemi, zihni ve dünyayı bu çalışmalarımdan yola çıkarak yorumlayabiliyor ve iz sürebiliyorum. İçine girdikçe beni de şaşırtan, bana yeni yollar, yeni ufuklar açan bir dil ve dünya kuramım var. Konuşmalarıma buradan çok katkı olacak belli ki.

Yorumlar

  1. Akıl çürük bir diştir, çıkar at demişler. Gönüle gidin Ceyhun Bey..Gönüle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gönül geniş olursa Berrak Hanım, aklı da taşır, zamanı da, mekanı da.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dil, zihin ve felsefe dersleri

Köylülük ve Agroekoloji

ENDÜSTRİYEL ŞİRKET TARIMI ÖLDÜRÜR - Kapitalist tarım ve Covid-19: Ölümcül bir birleşim