Niyet
"Yazmaya başlıyorum" diye ilan ettim ya. "Haydi yaz" sesleri duyuyorum içimde ve dışımda. Her gün yazamayacağım belli. Ama acaba ne sıklıkta yazacağım? Nerelerden başlayıp nerelere gideceğim?
Hemen belli bir konuyla giriş mi yapsam diye düşündüm. Mesela zaten gündemimde iken, "küçük ölçekli çiftçiliğin ve köylülüğün önemi". Fakat yok, hemen 'somut' konulara girmeyeceğim.
Yazmakla ilgili endişelerimi yazmakla başlayacağım. Belli belirsiz bir dolu endişem var. Bir kere, neden yazmak istiyorum? Yazmak her durumda niyetli bir eylem. Muğlak da olsa, niyetimi veya niyetlerimi görmek istiyorum. Çünkü yazmak, konuşmak, uçsuz bucaksız dil-anlam denizinde, bir dolu etkileşim içeren bir yolculuk. Kiminle neyi nasıl konuştuğumuza bağlı olsa da, yaşamın, o amansız şeyin tam ortasında, tekinsiz bir eylemlilik.
Yazma niyetlerimle ilgili yazmak kolay bir giriş yapmamı sağlayacak. Çünkü bildiğim, çalıştığım konulardan biri, söz-eylemler. Niyet içermeyen hiçbir söz yok. Ağzımızdan-elimizden çıkan her cümle, o an mutlaka bir 'söyleme niyeti'ni açığa vuruyor: Rica etmek, söz vermek, dilemek, teşekkür etmek, uyarmak, izin vermek, emretmek, ilan etmek, belirtmek,... Uzun konu, güzel bir konu. Analitik felsefeden doğan ama ondan epeyce de ayrılan bir dil felsefesi-analizi alanı. Anlık 'söyleme niyeti'nin önünde ve ardında bir dolu başka niyet de var. Mesela dinleyenleri zihinsel olarak etkileme niyetleri. İkna etmek, kuşkulandırmak, korkutmak, şevke getirmek... Aynı zamanda, bunların ötesinde dünyayı değiştirme niyetleri. Birilerine bir şeyler yaptırmak, davranışları değiştirmek, çeşitli yararlar sağlamak... Hele cümleleri art arda dizdiğimiz söylemlerle, anlatılarla neler neler yapıyoruz... Dünyalar kuruyor, dünyalar döndürüyor, dünyalar yıkıyoruz.
Ama şu an, yazma niyetlerimi az çok seziyor ve biraz biliyor olsam da, amacım bunları söylemek değil. Belki de bunları belirli, açık bir forma sokmaya çalışmak istemiyorum. Gerçi bir şekilde biraz anlatmış da olabilirim. Hem ben asıl niyetlerimi değil, endişelerimi yazmaya başlamıştım. Şöyle bağlayayım zaman: Dilin, konuşmanın bu kadar güçlü bir şey olduğunu biliyorken, açık şekilde (açıklıklara) yazma niyetim bende endişe yaratıyor. (Şu da var: Endişeliyim ve bu beni yazmaya sevk ediyor. Buna daha gelmedim.)
Tek yönlü bir şey değil ya konuşmak. Sözlerime karşılık başkaları da (yani sizden birileri) bir şeyler söyleyecek. Veya düşünecek de söylemeyecek. Yazdıklarım 'başkalarında' nasıl yansıyacak, 'ben' başkalarında nasıl yansıyacağım? Başarılı olma kaygım, beğenilme kaygım olacak mı? Olacak da, bunlar beni ne kadar bağlayacak, bunlara takılmayıp nasıl yol alacağım?
Sonra başka... Yazarken daha fazla okumak, dinlemek, anlamak da isteyeceğim. Bazen de söylenenlere cevap vermek isteyeceğim. Ama hayatımdaki diğer 'şeyler'den bunlara ne kadar zaman ayırabileceğim? Sonra, hemcinslerimin etki ve tepkilerinin bende oluşturacağı duygular beni nasıl etkileyecek? Mesela şimdi "endişeliyim" diye yazmışken, biri çıkıp bütün 'iyi niyet'iyle, "Endişelenme, rahatla, her şeyin yolunda oluğunu fark et" falan derse ne yapacağım? Tavsiyelere uyup hemen rahatlayacak mıyım? Yoksa "bak arkadaş, endişeliyim ama dert etmiyorum, bu seni çok endişelendirmesin" gibi bir şeyler mi söyleyeceğim? Yoksa... Bu konu beni baya endişelendiriyor.
(Şu an bir endişe daha hasıl oldu. Şu duygu ikonlarını kullanmadan yanlış anlaşılmamayı nasıl becereceğim? Ünlem işareti falan işe yarar mı ki? Yoksa tutucu olmasam mı?)
En kötüsü de, bazı insanlar yazdıklarıma kızar mı? Çünkü insanlar kızınca korkunç şeyler yapabiliyorlar. Deneyimlerimden biliyorum. Siz de biliyorsunuzdur.
Sonra, yazı bunca tarihsel-toplumsal koşullanmaya tabi iken, bir de endişelerim varken, yazarken ne kadar özgür olabileceğim?
Ama belki de görünürdeki koşullanma-özgürlük çelişkisi konuştukça çözülüp kaybolacak. Hatta belki somut-soyut, öznel-nesnel ayrımları da.
Hemen belli bir konuyla giriş mi yapsam diye düşündüm. Mesela zaten gündemimde iken, "küçük ölçekli çiftçiliğin ve köylülüğün önemi". Fakat yok, hemen 'somut' konulara girmeyeceğim.
Yazmakla ilgili endişelerimi yazmakla başlayacağım. Belli belirsiz bir dolu endişem var. Bir kere, neden yazmak istiyorum? Yazmak her durumda niyetli bir eylem. Muğlak da olsa, niyetimi veya niyetlerimi görmek istiyorum. Çünkü yazmak, konuşmak, uçsuz bucaksız dil-anlam denizinde, bir dolu etkileşim içeren bir yolculuk. Kiminle neyi nasıl konuştuğumuza bağlı olsa da, yaşamın, o amansız şeyin tam ortasında, tekinsiz bir eylemlilik.
Yazma niyetlerimle ilgili yazmak kolay bir giriş yapmamı sağlayacak. Çünkü bildiğim, çalıştığım konulardan biri, söz-eylemler. Niyet içermeyen hiçbir söz yok. Ağzımızdan-elimizden çıkan her cümle, o an mutlaka bir 'söyleme niyeti'ni açığa vuruyor: Rica etmek, söz vermek, dilemek, teşekkür etmek, uyarmak, izin vermek, emretmek, ilan etmek, belirtmek,... Uzun konu, güzel bir konu. Analitik felsefeden doğan ama ondan epeyce de ayrılan bir dil felsefesi-analizi alanı. Anlık 'söyleme niyeti'nin önünde ve ardında bir dolu başka niyet de var. Mesela dinleyenleri zihinsel olarak etkileme niyetleri. İkna etmek, kuşkulandırmak, korkutmak, şevke getirmek... Aynı zamanda, bunların ötesinde dünyayı değiştirme niyetleri. Birilerine bir şeyler yaptırmak, davranışları değiştirmek, çeşitli yararlar sağlamak... Hele cümleleri art arda dizdiğimiz söylemlerle, anlatılarla neler neler yapıyoruz... Dünyalar kuruyor, dünyalar döndürüyor, dünyalar yıkıyoruz.
Ama şu an, yazma niyetlerimi az çok seziyor ve biraz biliyor olsam da, amacım bunları söylemek değil. Belki de bunları belirli, açık bir forma sokmaya çalışmak istemiyorum. Gerçi bir şekilde biraz anlatmış da olabilirim. Hem ben asıl niyetlerimi değil, endişelerimi yazmaya başlamıştım. Şöyle bağlayayım zaman: Dilin, konuşmanın bu kadar güçlü bir şey olduğunu biliyorken, açık şekilde (açıklıklara) yazma niyetim bende endişe yaratıyor. (Şu da var: Endişeliyim ve bu beni yazmaya sevk ediyor. Buna daha gelmedim.)
Tek yönlü bir şey değil ya konuşmak. Sözlerime karşılık başkaları da (yani sizden birileri) bir şeyler söyleyecek. Veya düşünecek de söylemeyecek. Yazdıklarım 'başkalarında' nasıl yansıyacak, 'ben' başkalarında nasıl yansıyacağım? Başarılı olma kaygım, beğenilme kaygım olacak mı? Olacak da, bunlar beni ne kadar bağlayacak, bunlara takılmayıp nasıl yol alacağım?
Sonra başka... Yazarken daha fazla okumak, dinlemek, anlamak da isteyeceğim. Bazen de söylenenlere cevap vermek isteyeceğim. Ama hayatımdaki diğer 'şeyler'den bunlara ne kadar zaman ayırabileceğim? Sonra, hemcinslerimin etki ve tepkilerinin bende oluşturacağı duygular beni nasıl etkileyecek? Mesela şimdi "endişeliyim" diye yazmışken, biri çıkıp bütün 'iyi niyet'iyle, "Endişelenme, rahatla, her şeyin yolunda oluğunu fark et" falan derse ne yapacağım? Tavsiyelere uyup hemen rahatlayacak mıyım? Yoksa "bak arkadaş, endişeliyim ama dert etmiyorum, bu seni çok endişelendirmesin" gibi bir şeyler mi söyleyeceğim? Yoksa... Bu konu beni baya endişelendiriyor.
(Şu an bir endişe daha hasıl oldu. Şu duygu ikonlarını kullanmadan yanlış anlaşılmamayı nasıl becereceğim? Ünlem işareti falan işe yarar mı ki? Yoksa tutucu olmasam mı?)
En kötüsü de, bazı insanlar yazdıklarıma kızar mı? Çünkü insanlar kızınca korkunç şeyler yapabiliyorlar. Deneyimlerimden biliyorum. Siz de biliyorsunuzdur.
Sonra, yazı bunca tarihsel-toplumsal koşullanmaya tabi iken, bir de endişelerim varken, yazarken ne kadar özgür olabileceğim?
Ama belki de görünürdeki koşullanma-özgürlük çelişkisi konuştukça çözülüp kaybolacak. Hatta belki somut-soyut, öznel-nesnel ayrımları da.
Yorumlar
Yorum Gönder