Krizler Döneminde Yerel Gıda Ağlarının Önemi ve TADYA Örneği

Ceyhan Temürcü

Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği üyesi ve gönüllüsü

“Gıdamız Geleceğimiz: Krizler Döneminde Dayanıklı Gıda Sistemleri Oluşturmak” projesi kapsamında 12 Şubat 2022’de, Ankara Kent Konseyi Kabul Binası’nda gerçekleşen “Üretici-Türetici Buluşması” konuşma metni.


İşleyen bir sistemin işlemez hale gelmesi durumuna kriz diyoruz. Günümüzde gıda sistemlerimizin başına gelen bu. Covid-19 pandemisinin ilk dönemlerinde yaşanan tedarik sorunları, endüstriyel gıda sisteminin ne kadar dayanıksız olduğunu hepimize gösterdi. Daha yakın bir dönemde de, tarımsal girdiler ve tedarik sistemlerindeki maliyet artışları nedeniyle yine ciddi bir stres oluştu. 

Şimdilerde daha derin ve kaygı verici bir etken kendisini daha fazla göstermeye başlıyor: Küresel iklim değişikliğiyle birlikte kuraklık veya fazla yağış gibi aşırı hava olaylarında ciddi artışlar var. Bu durum yalnızca tarımsal faaliyetleri değil gezegenimizdeki bütün yaşam ağını tehdit ediyor. 

İnsanlık tarihi krizlerle ve yıkıcı olaylara dolu. Günümüze kadar bunlar temelde insanların oluşturduğu siyasal, ekonomik, toplumsal sistemlerdeki çarpıklıkların sonucuydu. Ne yazık ki bu olumsuz koşullar her ölçekte devam ediyor. Bu sorunları dert eden, uyarılar yapan ve değişim talep eden insanlar ve gruplar da hep olageldi. Ama günümüzde yepyeni bir durum var: Artık doğanın kendisi bizi uyarıyor, böyle devam edemeyeceğimizi söylüyor. Değişim kaçınılmaz. Şimdiden ne kadar hazırlanır, ne kadar dönüşebilirsek, yakın gelecekte karşılaşmamız çok muhtemel olan derin krizlerde hayatta kalma şansımız o kadar fazla olacak.

---------------------------------------

Endüstriyel girdilere, ticari tohumlara, fosil yakıtlara, toprağın aşırı işlenmesine, yoğun su ve enerji sarfına, doğanın tahribatına, uzun tedarik zincirlerine, emek sömürüsüne dayalı bir gıda sisteminin bize vaat edebileceği bir gelecek yok. Kısa vadeli çıkarlarından, kârlarından başka öncelikleri olmayan küçüklü-büyüklü sermaye gruplarının monokültür tarlalarıyla, sözde “akıllı” tarımlarıyla, gıda fabrikalarıyla kurabileceğimiz bir gelecek yok. İnsan ölçekli, doğa dostu, zehirsiz, yerel gıda ağlarını hep birlikte geliştirmekten başka şansımız yok.

Endüstriyel tarım doktrininin “insanları nasıl doyuracağız” sorusu, bizim için nasıl bir gelecek planlandığının cevabını kendi içinde barındırıyor: Büyük sermaye sahipleri hepimizi çiftlik hayvanları gibi görüyor. Oysa insanlar kendilerini de birbirlerini de doyuracak bilgi ve beceriye sahipler. Dünya kadar toprağımız, suyumuz, tohumumuz var. İnsanların birbirlerini desteklediği, birbirlerinden öğrenebildiği, potansiyellerini ortaya çıkarabildikleri koşullar yaratalım yeter. Bunun anahtarı, üreticilerin özerkliğini koruyan, üretici-tüketici temasını mümkün kılan, gıda sistemini piyasa ekonomisinin çarklarına tabi olmadığı yerel gıda ağlarını geliştirmekten, bu yolla her ölçekte toplulukların gıda egemenliğini tesis etmekten geçiyor.

Bilimsel çalışmalar ve verilere dayalı raporlar, doğal ve kültürel mirasımızı tüketmeden nasıl yaşayabileceğimizi bize apaçık gösteriyor. İnsan ölçekli üretim; yani köylü tipi çiftçilik ve aile çiftlikleri hâlâ dünyanın gıdasının çok büyük bir kısmını üretiyor. Endüstriyel gıda sistemi dünya genelinde tarımsal kaynakların (su, yakıt, toprak, tohum, vs.) %75’inden fazlasını kullanarak dünya nüfusunun %30’undan daha azına yiyecek sağlarken; köylü gıda ağı, kaynakların %25’inden daha azını kullanarak dünya nüfusunun %70’inden fazlasını besliyor. (Bkz. Bizi Kim Doyuracak; ETC Group: https://www.dortmevsimekoloji.org/bizi-kim-doyuracak/)

Buna rağmen endüstriyel gıda sisteminin kapitalist büyüme hırsı hız kesmiyor. Aile çiftçiliğinin önemini kabul etmiş ve desteklemek için adımlar atmış olan Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), son dönemde iyiden iyiye büyük ölçüde sermaye odaklarının güdümüne girdi. Tüketici örgütlerinin, çiftçilerin, tarım emekçilerinin, çobanların, balıkçıların ve yerli halkların temsilcilerinin olduğu Uluslararası Gıda Egemenliği Planlama Komitesi (IPC - https://www.foodsovereignty.org/) ile müzakerelerini kopma noktasına getirdi. 2021’de gerçekleştirdiği Dünya Gıda Sistemleri Zirvesi’nde de görüldüğü gibi, büyük tarım ve gıda şirketlerinin uluslararası ve ulusal politikaları belirleme gündeminin bir aracı haline geldi. 

Mevcut durumda küresel sermaye, devletlerin siyasal ve askeri güçlerini de yanına alarak, yerel değerleri tarumar etmeye, toplumsal yapıları, kamu gücünü, köy yaşantılarını yok edip yerine kâr odaklı gıda sistemlerini ikame etmeye çalışıyor. Tarihsel perspektifle ve geniş açıyla bakanlar için bunlar sır değil. Komplo teorisi de değil: ülke ve toplum olarak bizim de içinde olduğumuz büyük bir sosyoekonomik komplonun ta kendisi.

Türkiye’de yaygın medya; sadece küçük grupların erişibileceği, doğadan kopuk, ”yüksek” teknolojili tarım yatırımları, sözde “akıllı” tarım tesisleri, bitki ve et fabrikalarıyla ilgili sipariş haberlerden geçilmiyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, siyasetçilerin milli/ulusal tarım söylemleri de bu gündemin dışında bir şey vaat etmiyor. Yerel yönetimler de bazı istisnalar dışında çok farklı değil. Yasal sorumlulukları olan üretici pazarlarını açmak ve yönetmek konusunda bile atıl ve isteksizler.

---------------------------------------

Ancak sermayenin topluma ve doğaya karşı yıkıcı tehdidi büyüdükçe dünya genelinde halkçı ve kamucu eğilimler de ortaya çıkıyor. Avrupa Birliği, Çin, Rusya, ABD ve diğer birçok ülke ulusal ve yerel gıda güvenceleri için, gıda bağımsızlıkları için adımlar atıyorlar. Sırf ulusal güvenlik kaygılarıyla da olsa agroekolojiyi, aile çiftçiliğini, yerel gıda ağlarını desteklemeye başlıyorlar.

Büyük tarım ve gıda şirketlerinin çatışan çıkarları nedeniyle devletlerin savaşın eşiğine geldiği bu günlerde (örneğin, güncel Ukrayna krizi) toplumların gıda güvencesinin yolunun yerel gıda ağlarının geliştirilmesinden geçtiği açıktır. İnsan ölçekli ve doğa dostu tarımı ve hayvancılığı, topluluk destekli tarımı, yerel kısa tedarik ağlarını, üretici pazarlarını teşvik eden ve çoğaltan politikalar, tarım ve gıda alanını büyük sermayedarların çatışma alanı olmaktan çıkaracak, diğer iktisadi alanların dönüşümünün de yolunu açarak dünya barışın anahtarı olacaktır.

Dünyada ve Türkiye’de tarım ve gıdada ne yazık ki daha büyük krizler kapıda. Tarım Bakanlığı’nın önceliği küçük üretici muafiyetlerini güçlendirecek mevzuat çalışmaları yapmak, yerel gıda ağlarının önünü açmak ve sağlıklı gelişimini teşvik etmek olmalıdır. 

Yerel yönetimlerin ivedilikle yapması gereken şey ise, endüstriyel tarım doktrinine uygun masraflı tarım kampüsleri kurmak veya perakende gıda sektörüye rekabet etmeye çalışan marketler açmak yerine, yetkilerini küçük üretici muafiyetleri yönünde kullanarak, katılımcı güvence sistemleri ve topluluk destekli tarımla desteklenen üretici pazarları açmak ve gelişimlerini desteklemek olmalıdır. 

Yaygın ve güçlü teşkilatıyla Tarım Bakanlığı’nın da, mevcut yetkileriyle yerel yönetimlerin de bu dönüşüme öncülük edecek güç ve imkânları vardır. 

Gıdamız Geleceğimiz ekibi olarak duyarlı tüketicileri, sivil toplum çalışanlarını ve gönüllülerini, akademisyenleri ve araştırmacıları, siyasetçileri ve karar alıcıları, kısaca herkesi insan ölçekli, doğa dostu üreticileri tanımaya ve desteklemeye davet ediyoruz. En temel düzeyde yapabileceğimiz şey, alışverişlerimizi olabildiğince yerel gıda ağlarından ve doğrudan üreticilerden yapmaktır. Tüketici örgütlenmeleri ve sivil toplum olarak yaptığımız ve yapabileceğimiz işlerin, varoluş mücadelesi veren yerel, doğa dostu ve sorumlu üreticileri korumak, desteklemek ve kamusal bir değişime yön vermek konusundaki önemi küçümsenmemelidir.

Tarım ve gıda alanında samimiyetle çalışan grupların, sivil toplumun ve karar alıcıların şunu görmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz: Fikir olarak birçok bağlamda doğru bir araç olabilen kooperatifler; mevcut durumda sermaye çevreleri tarafından, yerel gıda ağlarının kitlesel, endüstriyel gıda sistemine entegrasyonu için araç olarak görülüyor. Kadın kooperatifleri de belirli çevreler tarafından temel olarak atıl işgücünün sermaye düzenine kazandırılması için gündemde tutuluyor. Çok değerli istisnaları ve kısa vadede olumlu sonuçları da olmakla birlikte, kooperatifleşme, nihayetinde üretim-tüketim faaliyetlerinin piyasa ekonomisine dahil edilmesine, yani sermayenin kontrolü ve insafı altına alınmasına vesile oluyor. Çünkü küçük üreticinin yetersiz de olsa sahip olduğu, üretim ve satışla ilgili muafiyetleri elinden alıyor, üretim ve dağıtımı şirketleşmeye zorluyor. Çoğu zaman iyi niyetlerle başlayan kooperatif girişimleri, genellikle küçük grupların veya siyasi odakların güdümünde olan, üreticilerin arka planda kaldığı, piyasa ekonomisinin ve şirket mevzuatının baskısıyla doğanın tahribatına, insan sağlığının bozulmasına ve emek sömürüsüne katkı vermeyi sürdüren yapılara dönüşebiliyor. 

Tarım ve gıda alanında ihtiyacımız olan şey üreticilerin toplumda görünür olduğu, işleyiş ve kararlarında özerk olduğu, tüketicilerin üretim süreçlerine vakıf ve dahil olduğu, kısa tedarik imkânları içeren gıda ağlarının oluşmasıdır. Gıda ve tarımın örgütlenmesinde başat ilke bu olmalıdır. Kamu gücü bu tür bir eşitlikçi örgütlenmenin güçlenmesi ve halkın katılımıyla denetimi yönünde kullanılmalıdır.

---------------------------------------

Tahtacıörencik Doğal Yaşam Kolektifi (TADYA) eksiklerine rağmen bu yönde çalışan bir model sunmaktadır. TADYA’da:

  • Üretimin dışa bağımlılığı en az düzeydedir. Tohumlar, gübreler, girdiler büyük ölçüde yerelde yeniden üretilir. 

  • Fosil yakıt kullanımı ve topraktan karbon salımı daha azdır. Hatta toprağa karbon gömen yöntemlere geçiş için uygun bir üretim tarzı vardır. 

  • Doğal çevre korunur. Tarımsal su kirlenmeden ve buharlaşmadan tekrar yatağını bulur. 

  • Sistemik kimyasallardan uzaklaşan çiftçilerin sağlığı korunur. 

  • Ürünler temiz ve besleyicidir. Mevsimsel gıdalar alıcılara taze bir şekilde ulaşır.

  • Ürün çeşitliliği giderek artmakta ve üretim sezonu uzamaktadır.

  • Hayvansal bitkisel üretimin bir arada olması ve polikültür sayesinde hastalık riskleri azalır; olağan veya iklim değişikliği kaynaklı dış şoklara karşı dayanıklılık kazanılır. 

  • Eski ve yerel çeşitler korunmaktadır. 

  • Geleneksel mutfak canlanmakta ve yenilenmektedir.

  • Kırsal turizm ve çiftlik turizmi kendiliğinden ve sağlıklı şekilde gelişmektedir. 

Tüm bunlar olurken üreticiler

  • Geçimlerine katkı sağlar ve gelecek hayalleri kurabilir. 

  • Konuşur, tartışır, uzlaşır, etkileşim becerilerini geliştirip güçlenirler. Eşitlikçi bir şekilde örgütlenirler. 

  • Tüketicilerle birebir tanışır, arkadaş, dost olurlar.

  • Destekçilerin geri bildirimleriyle kendilerini geliştirirler. Doğal bir karşılıklı öğrenme süreci ortaya çıkar.

  • Enerji ve maden yatırımları adı altında, yer seçimi yanlış olan ve salt ekonomik kazanç için planlanan projelere karşı birlikte dururlar. 

TADYA’da da sorunlar çok, büyük bir grup olduğundan hatalar da olabiliyor. Ancak açıklık ve özdenetim mekanizmaları sayesinde yanlışlar tekrarlamıyor. Elbette değişim zaman alıyor, ama birlikte olunduğu sürece herkes birbirinden öğrenebiliyor ve kendisini geliştirebiliyor. 

Türeticilerin/destekçilerin TADYA’dan alışveriş yapması kadar, üreticilerle temasta olması, üretim alanlarına gelmesi, geribildirimler vermesi çok önemli. Çünkü yalnız kalmış, yalıtılmış insanlar ve gruplar için ne gelişimden, ne de etikten söz edilebilir.

---------------------------------------

TADYA’nın üretim ve dağıtım modeli, ülke ve dünya genelindeki benzer çabalarla birlikte, agroekolojik bir gıda sistemine geçiş için ipuçları sunabilir mi? Gıdamız Geleceğimiz projesinin Ankara ölçeğindeki hedeflerinden biri de bunu ortaya koyabilmek. TADYA ve benzeri insan ölçekli, doğa dostu üretim ve tedarik faaliyetlerinin Ankara geneline bir projeksiyonunu yapmayı, agroekolojik bir gıda sisteminin Ankara için nasıl sonuçlar üreteceğini verilere dayalı şekilde ortaya koymayı hedefliyoruz. 

“Halkı doyurmak” gerekçesiyle toplumlara dayatılan, dışa bağımlılık içeren pahalı teknolojilere, girdilere ve yöntemlere dayalı endüstriyel/kapitalist gıda sisteminin doktrinleri çoktan çöktü. Yerel gıda ağlarının gelişmesiyle ortaya çıkacak agroekolojik bir dönüşüm, yaşamın bütün alanlarında ihtiyaç duyduğumuz değişimin ve nihayetinde dünya barışının anahtarı olacaktır.  




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dil, zihin ve felsefe dersleri

Köylülük ve Agroekoloji

Anlam, mantık, zihin - 2