Covid-19 nasıl ortaya çıktı?
Yeni tip koronavirüs tam olarak nasıl ortaya çıktı? Doğal mutasyonlarla mı evrildi, yoksa insan yapımı bir virüs mü? Önlemler, yasaklar, aşılar birilerinin senaryoları mıydı?
Benzer kafa yapılarındaki insanlar bile çoğunlukla cevaplarda uzlaşamıyor. Acaba sorduğumuz sorularda mı sorun var? Cevabını belki küçük grupların bildiği veya kimsenin bilmediği sorularla oyalanırken, kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık başka gerçekleri gözden kaçırıyor olabilir miyiz?
Aşağıdaki alıntıyı bundan sonraki yazı ve paylaşımlarımda sıkça tekrarlayacağım. ETC Group'un Bizi Kim Doyuracak? (Who Will Feed Us?) kitapçığından bir alıntı bu. Kitapçığın yayın tarihi 2017. Yani Covid-19 pandemisinin ortaya çıkışından en az iki yıl önce:
"Endüstriyel Gıda Zinciri’nin gerçek toplam maliyeti, dünyanın yıllık askeri harcamalarının 5 katına eşittir. (...) Üstelik bu rakamlar zoonoz (hayvanlardan insanlara geçen) salgın hastalık risklerini kapsamaz: Bu hastalıklar, yaban hayvanları da dahil çeşitli hayvanlardan, genetik yönden tek tip olan çiftlik hayvanlarına geçer ya da gıdalar yoluyla yayılır. UNEP’e (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) göre, eğer küresel bir salgın başlarsa bu trilyonlarca dolara mal olacaktır." (https://www.dortmevsimekoloji.org/wp-content/uploads/2020/07/Bizi-Kim-Doyuracak-ETC-2017-Turkce.pdf, sayfa 39)
Doğrulama veya yanlışlama imkanına sahip olmadığımız bir sürü söylenti yerine neden bu apaçık veriye bakmıyoruz? Bu tür bir salgın uzun zamandır bekleniyordu. Son yirmi yılda zoonoz hastalık salgınlarında artış gözleniyordu ve bunun ana sebepleri biliniyordu. Yani burada bir tahmin, spekülasyon, teori falan değil, acı bir şekilde doğrulanmış bir öngörü söz konusu. Yalnızca UNEP değil birçok kurum, kuruluş, bilim insanı yıllardır ana etkenin ne olduğunu söylüyor: Doğal alanları tahrip eden, tek tip yoğun hayvancılığı içeren endüstriyel şirket tarımı uygulamaları! Biyolog Rob Wallace'ın 2016 yılında yazdığı kitap: Big Farms Make Big Flu (Büyük Çiftlikler Büyük Gripler Üretir). Bilimsel bir temelde bu açık öngörüleri yapanları komplocu olarak görmeyeceksek, alacağımız ders belli değil mi? Covid-19 felaketi, onu önceleyen ve gelecekte de karşımıza çıkabilecek birçok felaket, her şeyden önce, doğanın ve yaşamın dengesini alt üst eden endüstriyel tarım ve hayvancığın çoktan öngörülmüş olan sonuçları. Elbette bu salgının bu boyutlara gelmesinde, bu gıda sisteminin yanında, onun da bir parçası olduğu küresel sömürü düzeninin diğer arızalarının da (sosyal devletlerin aşınması, sağlık sistemlerinin yetersizliği, bir dolu sosyal adeletsizlik) payı var. Ve bu yazımın konusu değil ama, aynı ana etkenlere bağlı başka bilimsel tespitler ve öngörüler de var: ekolojik yıkım ve iklim değişikliğinde devrilme noktasına yakın olmamız gibi.
Son pandeminin kökenindeki 'somut' nedenleri bilebilsek iyi olurdu belki. Gerçi pek çok biyolog ve patolog bizi, bu tür biyolojik etkileşim süreçlerinde "ilk vaka"nın anlamsız bir soyutlama olduğu konusunda uyarmış bulunuyor. Ama bu virüsü birileri yapay olarak üretmiş de olsa, doğal ortamda ortaya çıkmış olup yine bir laboratuvardan kaçmış da olsa, laboratuvarlarla hiç ilgisi olmasa da... Bu süreçteki bütün neden-sonuç zincirlerini tam olarak bilsek bile, bir sonraki salgının hangi mekanizmalarla ortaya çıkacağını bilmiş mi olacağız? Oysa gelecekteki olası gelişmeleri öngörmemizi sağlayan birçok şeyi zaten yeterince biliyoruz. Endüstriyel tarım ve hayvancılığın potansiyel patojenlerin doğal alanlardan çıkıp küresel ölçekte salgın oluşturması için elverişli koşullar yarattığını biliyoruz. Bu tür salgınların bir süredir beklendiğini ve bundan sonrasında da ne yazık ki bekleneceğini biliyoruz. Var olan salgınla doğrudan bağlantı kurmaktan imtina etsem de, bu tür virüslerin envai çeşidi üzerinde, dünyadaki birçok laboratuvarlarda biyolojik silah çalışmaları da dahil sürekli çalışmalar yapıldığını ve bunların kaçak ve salgın riskleri oluşturduğunu da biliyoruz. Bilgi üretme ve yayma araçlarına hakim olan grupların birçok şeyi insanlardan gizleyebildiğini, hikayeleri değiştirebildiğini, yeni hikayeler yazıp istediklerini öne çıkarabildiğini iyi biliyoruz mesela.
Kesin kanıtları olmayan birçok olasılık arasından bazılarının toplumsal güç odakları tarafından nasıl benimsenip öne çıkarıldığına dikkat ediyor muyuz? Örneğin Covid-19 pandemisinin başlangıcıyla ilgili akla yakın senaryolardan bazıları acaba neden neredeyse hiç gündeme taşınmadı? Örneğin, monokültür hayvan çiftliklerinin birinde yüksek düzeyde bulaşıcı hale gelmiş bir virüsün insanlara bulaşmaya başlamış olması, ki bu mevcut öngörülerle en uyumlu olan olasılıktı. Veya viroloji merkezlerinde tutulan yüzlerce, binlerce yaban hayvanı (bunlar popüler medyada veya resmi söylemlerde konuşulmadı diye yok mu sanıyoruz?) içinden bir virüsün belki de bu etkileşimler sırasında evrim geçirerek insanlara bulaşmaya başlaması?
Olası hikayeler arasından hangi hikaye devletlerin ve medyanın gözdesi oldu? Virüsün insanlara ilk olarak Wuhan'da bir açık pazaryerinde satılan gıdalardan bulaşmış olması! Şimdi çoğu kişi dönüp bakmıyor belki ama aslında bu hikaye saygın bilim çevrelerinde kısa süre içinde gözden düşmüştü. Ama kitleler farkına bile varmadı. 28 Mart 2020'de Duvar Gazetesi'nde Ahmet Murat Aytaç'ın aktardığı gibi,
"Mesela Korona’nın Vuhan bölgesindeki bir balık pazarında ortaya çıktığı iddiası şimdiden kesinlikle yanlışlanmış olmasına rağmen, dünyanın tamamını katetmiş bir rivayet halini aldı bile. Zira “The Lancet” isimli dergide yayımlanan bir araştırma, ilk virüs vakasının 1 Aralık 2019 tarihinde teşhis edilen ve balık pazarıyla ilgili olmayan bir şahıs olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor."
Prestijli bilim dergisi Science'ta 26 Ocak 2020 tarihinde çıkan bir özet, virüsün ilk önce pazar yerinden çıkmış olmasının, eldeki verilerin desteklemediği bir varsayım olduğunu anlatıyordu: https://www.sciencemag.org/news/2020/01/wuhan-seafood-market-may-not-be-source-novel-virus-spreading-globally.
Bir de neydi? Virüs gıda yoluyla bulaşmıyordu, özellikle kapalı alanlarda hava yoluyla bulaşıyordu, değil mi?
Yakın zaman önce, 30 Kasım 2020'de, CNN, Hubei Eyaleti Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi'nden sızdırıldığını iddia ettiği 117 sayfalık belge üzerinden bir haber yayınladı (https://edition.cnn.com/2020/11/30/asia/wuhan-china-covid-intl/index.html). Bu belgelere göre Hubei eyaletinde, Yichang, Xianning ve Wuhan'da büyük bir influenza salgınının patlak verdiği ancak bunun Çin hükumeti tarafından gizlendiği, oysa bu salgınlarla Covid-19'un ortaya çıkması arasında bir bağlantının muhtemel olduğu söyleniyor (https://edition.cnn.com/2020/11/30/asia/wuhan-china-covid-intl/index.html). "Bu haberin doğruluğundan nasıl emin olabiliriz?" diye soracaklara de itirazım yok bu arada, olasılıklar üzerinden düşünme becerisi böyle bir şey zaten.
Onca olasılık arasında, yanlışlığı büyük olasılık olmasına rağmen - tabi doğru da olabilir - neden bu hikaye Çin devlerinin resmi ağızlarından aceleyle dillendirildi ve desteklendi? Neden diğer devletler aksi yöndeki kanıtlara rağmen Çin devletini sıkıştırmadılar? Çünkü güç odakları insanların hangi hikayelerin neye hizmet edeceğini de, nasıl sunarlarsa satın alınacaklarını da iyi biliyorlar. Ne iştir ki, bu pandeminin ardındaki en olası etken endüstriye tarım ve hayvancılık sektörüyken, pandemiyi en büyük fırsata çeviren de yine bu sektör oldu. Dünyada ve Türkiye'de hükumetlerin ve yerel yönetimlerin en yaygın tepkilerinden biri semt pazarlarını kısıtlamak ve kapatmak oldu. Daha geçtiğimiz günlerde pazar yerlerinde ekmek ve gıda satışı yasaklandı. Ama kapalı alanlardaki süpermarketler ve alışveriş merkezleri açık kaldı. Amaç insanların, toplulukların, yerel denetim ve destek önlemleriyle daha da sorumlu hale getirilebilecek olan toplayıcılık ve avcılık faaliyetleri, küçük ölçekli üretimleri, yerel pazarları, aracısız satışları, köylü gıda ağları engellensin. Marketlere, gıda zincirine, kitlesel dağıtım ağlarına, giderek kartelleşen perakende gıda sektörüne, ulus ötesi dev gıda şirketlerine bağımlı olsunlar. İnsanların, toplulukların, gezegenin sağlığı kimin umrunda? Gittiği yere kadar. Ne de olsa akılcıyız, ilerliyoruz, yeni sorunlar çıktıkça çözer geçeriz.
Bütünsel bir bakış arayanlar için: Gezegenin gıdasının yüzde 70'e yakın kısmı hâlâ yerel gıda ağlarından; küçük ölçekli çiftçilikten ve köylü tarımından geliyor. Endüstriyel tarım sektörünün yerini almak istediği hâlâ ne kadar büyük alan olduğunu görebiliyor muyuz? Yerli halkların, küçük üreticilerin ve sivil toplum aktivistlerinin mücadeleleriyle aile çiftçiliğine ve agroekolojiye yer açmaya başlamış olan Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü'nün başkanlığına, 23 Haziran 2019'da, bu mevzulardan hiç hoşlanmayan, büyük şirket tarımı yandaşı bir Çinli gelmişti. Bugünlerde de dünyanın her yerinde Gıda Güvenliği başlığıyla art arda sanal toplantılar, seminerler yapılıyor. Türkiye'de de öyle. Tarım ve gıda sektörünün devleri, bölgesel ve ulusal güç sahipleriyle ve onların memurlarıyla kol kola yeni "yapısal dönüşümler", "geçişler" hedefledikleri Dünya Gıda Sistemleri Zirvesi için harıl harıl çalışıyorlar. Hep aynı hikaye; gıda güvenliği ve güvencesi adına (yani insanları "aç kalırsınız bak!" diye korkutarak) endüstriyel şirket tarımına, kitlesel tedarik zincirlerine, zirai ilaç endüstrisine; sadece büyük işletmelere yararı olacak tarım teknolojilerine daha fazla destek, sübvansiyon, yatırım ve kolaylaştırıcı mevzuat sağlamak için çalışıyorlar. Büyük tohum, tarım makineleri, tarım zehirleri, insan ilaçları ve büyük veri şirketleri bugün görülmemiş bir hızda birleşerek kartelleşmeye devam ediyor. Türkiye gibi küresel düzenin hizmetçisi konumunda olan ülkelerdeki sermaye grupları da milli ve yerli başarılar elde edebilecekleri hayaliyle, ama aslında ancak küresel çete düzeninden biraz pay kapabilme hevesiyle bu alanlarda yatırımlara girişiyor.
Biz insancıklar büyük resmi birilerinin hikayelerinden ayırt etmedikçe, egemen söylemlerin ezberlerini sorgulamadıkça, bakış açımızı genişletmedikçe birileri onlara bahşettiğimiz güçlerden yararlanmaya devam edecek. Çıkarları doğrultusunda geçmişi manipüle edecek, şimdiye hükmedecek ve geleceğimizi yönlendirecekler. Küresel sermayenin yöneticileri ve onların kimi zaman rakibi gibi görünüp çoğu zaman işbirlikçisi olan ulus devletlerin 'milliyetçi' sahipleri 'halkı doyurmak' söylemleriyle kamuoyunu büyük endüstriyel yatırımlar doğrultusunda yönlendirecek, sermayenin işini kolaylaştırmaya devam edecekler.
Enformasyon üretip yayarak toplumsal gerçeği kurgulama yöntemleriyle, parayı ve hakimiyeti nerede görürlerse oraya yönelmeye devam edecekler. Lobileri, reklamları, ikna araçları ve nihayet yatırımlarıyla. Para dijital teknolojiler ve yapay zekada mı, oraya. 'Akıllı', 'hassas', 'topraksız' tarımda mı, oraya. Sağlık teknolojilerinde, yeni aşılarda mı, oraya. Çoğu zaman aynı aktörler birden fazla sektöre el atmaya devam edecek.
--------------o----------------------
Egemenler dünyayı nasıl çekip çevirebileceklerine yönelik olarak sürekli çalışırlar. Planlamaya ve icraata imkan veren koşullara (zaman, para, sosyal sermaye) sıradan insanlara göre çok daha fazla sahiptirler. Olasılıksal ve bütünsel düşünürler. Kendilerine inanmaya hazır olan grup ve kitlelere yönelik söylemler ve hikayeler yaratır ve bunları medya ağları yayarlar.
Bugün dünyadaki parasal ve siyasal gücün büyük kısmı çok küçük grupların elinde olsa da; yerel, ulusal veya küresel ölçeklerde her şeyi ayrıntılarıyla planlayarak hayata geçirebilecek hiçbir güç, ekip, üst akıl odağı yok. Hiyerarşik iktidar yapılarında yukarılara doğru çıkıldıkça aktörler arası karşıtlıklar ve çatışmalar da artar. İnsanların, toplulukların, canlıların, nihayetinde doğanın gücüne de kimse bütünüyle hükmedemez.
Muktedirler olasılıklar (geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair olasılıklar) üzerinden çalışır, hesaplar yapar, planlar geliştirirler. Bugün yeni yapay zekâ bile olasılıksal bilgi işleme üzerine kurulu. "Derin öğrenme", istenen sonuçları verme olasılığını artıracak şekilde parametreleri değiştirmeye odaklı. Ama bizler olasılıksal ve bütünsel düşünme becerilerinden aciziz. Hâlâ kesinlik içeren doğrusal neden-sonuç ilişkileri arıyoruz. Bir yandan nesnel, atomik ve mekanik dünya kültüne, diğer yandan da diyalektik karşıtlıklara dayalı, dilsel ve lineer mantığa dayalı düşünme şeklimizi yaşamımızın her alanına yansıtıyoruz. Genel halin açık eğilimlerini ve sonuçlarını ara sıra görüyor olsak bile, bütünün içinde nereye yönelmeliyiz diye bakmak yerine zihnimize gömülü halde nedenler arıyor, başkalarının akıl yürütmesinde ve söylemlerinde beğenmediklerimize saldırıyoruz. Tarihsel figürleri amcamızın oğlu/kızı gibi tanır gibi nesnel analizlerimizle değerlendiriyor, bazılarına tapıyor, bazılarından nefret ediyoruz. Başkaları bizim gibi görmediği ve düşünmediği zaman da öfkeleniyoruz
İlerleme ve teknoloji kültünün de, serbest piyasa ve verimlilik mitinin de, yerli ve milli çözüm safsatalarının da neye hizmet ettiğini anlayamıyoruz. Anlasak ne olur? Bir şeyler iyi yönde değişir mi bilinmez. Ama anlamadan, görmeden hiçbir şeyi istediğimiz yönde değiştiremeyiz, istediğimiz yere varamayız.
Yorumlar
Yorum Gönder